28 Ekim 2009 Çarşamba

En önemli mesele şu:(a)insanlar asla mükemmel değil ama aşk mükemmel olabilir, (b)bayağılar ile aşağılık olanları değiştirmenin yegane yolu bu ve (c) bunu yapmak onu yaratır. Sevmek aşkı yaratır. Sevmek kendi kendini yaratır. Mükemmel aşkı yaratmak yerine mükemmel aşığı arayarak boşa zaman harcıyoruz. Aşkı kalıcı kılmanın yolu mükemmel aşkı yaratmak olamaz mı?

Bernard ertesi gün ona şu yanıtı yolladı:

Aşk en uç noktadaki kanun kaçağı. Herhangi bir kurala bağlı kalması imkansız. Saygı ve itaat yeminleri etmek yerine, yardım ve yataklık edeceğimiz sözünü vermeliyiz belki. Demek ki güvenlik söz konusu değil..

"Kalıcı" ve "kılmak" sözleri uygun değil. Sana olan aşkım herşeyden bağımsız. Ben seni karşılıksız seviyorum.

Leigh-Cheri dışarı, böğürtlenlerin yanına gitti ve ağladı. "Dünyanın öbür ucuna dek onun peşinde gideceğim." diye hıçkıra hıçkıra ağladı.

Evet şekerim ama dünyanın bir ucu yok. Kolomb bunu saptamıştı.

Tom Robbins-Ağaçkakan.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Yeni hafta.

Bu aralar kafamda bir sürü yapmak istediğim, henüz yapamadığım ya da hiç harekete geçmediğim projeler uçuşuyor. Bir kısmını elbit ile beraber gerçekten gün batiminde bir yandan birşeyler içip, bir yandan hayal kurarak kafamızda yapıyoruz, gerçeğe de geçiricez elbet.

Hayalperset olmanın böyle iyi yanları ve kötü yanları var işte... Çok hayal kurmak bazen hiç harekete geçememek ya da yapmak gereken birçok şeyin içinde bir anda hangisinden başlayacağını bilemeyip boğulmak... Şu anda gerçekleşememe durumundan hiç bahsetmiyorum, daha hiç birşey yapmadan peşin hüküm vermek aşırı pesimistliğin yanında düşünce ve mantık olarak da çok saçma geliyor bana.
Evet nerede kalmıştık, atılacak maillar, yazılacak yazılar, çizilecek hayaller ve odamda çalışma masası gibi kullandığım yatağımın üzerindeki dağınıklık, defterler, kalemler. Sanırım işimin başına dönmeliyim.

20 Ekim 2009 Salı

Bir hafta önce...


Bir hafta önce sahilde çok kuvvetli bir lodos vardı. Gemiler ve tekneler romanlarda betimlendiği gibi ceviz kabuğu misali savruluyorlardı. Biz ise doğanın kızgınlığını çıkarırcasına dalgalarını savurmasından, sahilde gelen geçeni sırılsıklam yapması ihtimalinden korkmayarak Teletubbies tepesine konuşlandık.
Biramızı cipsimizi alarak dalgaların gelişini, insanların çil yavrusu gibi dağılıp, koşmalarını izledik. Eğer bir gün kıyamet koparsa aynı şekilde biramızı ve cipsimizi alıp en güzel yerden seyretme kararımızı aldık. Çünkü öyle bir durumda kuzu kuzu evde oturup sonumuzu beklemek gerçekten bir son için çok sıkıcı olabilir...

Spoon!


Diyorumki sıkıntılı zamanlarımda Tick gelse, antikahramanlara karşı en saçma durumlarda bile beni korusa, onlara karşı savaşsa. Ben de Arthur yerine geçsem. Beraber tüm kötülüklere karşı savaşsak...
Sonra eve gelip hiç birşey olmamış gibi yemek yapıp, dvd izlesek. Ben arkadaşlarımla bisiklete binmeye çıksam, o da yaşadığımız maceraları yazsa bir kenara sonra onları kendi kendimize çeksek. Ama kötü adamlar bizim kafadan uydurduğumuz tipler olsa. Yani bıyıklı sıkıcı bir amca yerine yeşil koca kafalı bıyıklı bir amca bile olabilir... Herşey çok daha güzel olmaz mıydı?

Bi de Rocko's Modern Life'dan Rocko ve onun obez arkadaşı erkek inek Heffer var. Onunla da ne buluyorsak yiyip, Rocko'nun olgun anlayışlı halini kullanıp onu zıvanadan çıkartabiliriz. Bence kedimle Rocko'nun köpeği Spunky çok iyi anlaşabilirler.

Komşumuz Bighead'lerden Ed bazen çok sıkıcı olabiliyor ama karısı gayet anaç bir kadın. Yemeğimiz bitince bize yaptığı sinekli payı getirebilir. Ama ben yiyemem. Hayat en sevdiğiniz arkadaşlarınız etrafınızda olunca daha bi çekilir oluyor. (Karton karakterler değil, gerçek anlamda söylüyorum bunu.)

17 Eylül 2009 Perşembe

İki tekerlek.

Hayatın basit ama anlamsız olduğu dönemler var... (Hayat aslında çok da komplike değil, biz bence onu bu hale getiriyoruz. ) Ya da benim hayatımdaki evreler böyle; sıkıcı, belirsiz ve bilmiyorum belki tekdüze.
Bir de bisiklete binmek var ama günbatimiiçkisi'nin de dediği gibi pedala bastığın zaman bütün sıkıntılarını, üzüntülerini ve yorgunluğunu her çevirdiğin pedalla atmak var. Tazelenmek ve yenilenmek var. Her zaman derim, bisikletim olduğu zaman kendimi yalnız hissetmem yollarda. Bazen seni en yakınında daha çok dinler, seksten daha iyi gelir.
Hem 2 tekerlek özgürlüktür...

2 Eylül 2009 Çarşamba

Yaz bitmişken...


Yaz biterken hala yazı bekleyen şarkılar dinliyorum: Flunk-Sitting on my Balcony, The Clientele-Here comes the Phantom.
Ne yazık ki link veremiyorum, çünkü grupların myspacelerinde bu şarkılar yok... Evet, grupların en sevilen şarkıları değil ama en neşeli ve hayata en mutlu bakan şarkıları. Yazın henüz bitmesine rağmen 1 aydır saçma bir mutlulukla bu şarkıları dinleyip, garip bir heyecanla yeniden yazı bekliyorum. Planlar yapıyorum, o güzel 3 aya hiç birşey sığdıramıyorum...

April in my mind, but I can't sleep
So I take a walk under the trees
What did I see? Summer waits the leaves
As lovely as I've ever known
Happiness just comes and goes

My heart is playing like a violin
Sunday, and she called again
Now where can I go?
Somewhere the wind don't blow me back into the conversations
Promises and situations, yeah
It's all constant, in the air.

The phantom finds you cryin' in the streets
Lonely cops pick flowers on their beats
And what do they see? Summer waits in the leaves
As lovely as they've ever known
Happiness just comes and goes

My heart is playing like a violin
Sunday and she called again
All of the dreams that you dream
I hope that they are all of me
I hope that they are all of me

It's the phantom
Here comes the phantom

9 Nisan 2009 Perşembe

çARŞAMBA eTkİNLİĞİ



Çarşamba günleri benim günüm. Dün bisikletimi aldım Haydarpaşa'ya kadar gittim, dönerken de trene bindim... Kısa bir yolculuk ve kendimi azıcık bile olsa gezgin gibi hissettim. Ve yeniden anladım ki, kapalı kaldıkça yerimizden kımıldamadıkça kendimizi daha mutsuz hissediyoruz. Şu kadar kısa bir yol bile beni bu kadar mutlu ediyorsa... Ya da yazık mı demeliyim kendime...

8 Mart 2009 Pazar

Beautiful Sunday Evening


Pazar günleri mayışmayı çok seviyorum. Eskiden okul günlerinde Pazar günleri anlamsız bir ağrı girerdi karnıma, o güzelim günü Pazar sendromuyla heba ederdim. Ama şimdi akıllandım ertesi gün iş olsa dahi çok dert etmiyorum, yaş gereği karın ağrısı da yaşamıyorum. Eğer kışsa bugünü evde kalıp mayışmayla, güzel bir kahvaltı edip, battaniye altında tüm gün kitap okuma, boş boş TV.ye bakma ve sahilde yürüyüşle ödüllendiriyorum. Yani kendimi ödüllendiriyorum. Çünkü bugün diğer günlerden daha özel bence. Cumartesi ne kadar eğlenmek, dışarı çıkmak zorunda olsa da Pazar günü o kadar içimize dönmemizi, daha fazla kendimizle ilgilenmemizi hatta kendimizi şımartmamızı gerektiriyor. Tabi bu saatlerde Pazar gününün sonlarına doğru yaklaşıyoruz, o yüzden biraz bilgisayardan uzaklaşarak son saatlerimin keyfini çıkarmak istiyorum..

Bu da kedim, o da bu şekilde keyfini çıkarıyor günün. Onun için her gün aynı olsa da ben yine de kendisinin koyayım buraya.

12 Şubat 2009 Perşembe

Müzik ve Arkadaşlar İyidir.





Canın sıkkınken müzik dinlemek ne tarz olursa olsun iyi geliyor. Indie'si farklı, çingene müziği farklı iyi geliyor kalbe. O yüzden güzel müzik dinleyen de arkadaşlarınız da varsa böyle dönemlerde hemen küçük çaplı bir alışverişe girişiyorsunuz. Ve daha öğreneceğim çok şey var diyorsunuz bir kere daha. Müzik dünyasının küçük bir bölümünü bilmek bana çok acı veriyor.

Bu aralar en çok dinlediğim parçaları bu bloga giren çıkan birileri varsa paylaşmak isterim. İlki, onlara ait çok az mp3e sahip olduğum Norrda. Biraz geç ulaştım kendilerine ama benim gibi etnik öğeleri seviyorsanız kesinlikle dinlemelisiniz. Hatunun o kadar güzel sesi varki, kıskanmamak elde değil. Diğerleri de muhtelif güzel müzikler yapan insanlar.



Bknz. http://www.myspace.com/norrda
http://www.myspace.com/therepublictigers
http://www.myspace.com/allindiaradio

4 Şubat 2009 Çarşamba

Herkes Kendi Kedisini Arar.



Herkesin kendisine göre bir depresyon hırkası vardır ve hatta zorunluluktur olmalıdır. Zor zamanlarında dolabınının bir köşesinde durmalı, karanlıktan yine günışığına çıkmalı ve giyilmelidir. Genelde en itina edilmeyen hırkalardan biri olduğu halde, en güzel gözükenlerden de biridir bana kalırsa.

İnsanı sıcacık sarıp sarmalar, kendini güvende hissedersin, onunla daha bir cool olursun. Yaratıcı ve depresif bir döneme giriyorum lütfen hemen bana hırkamı verin dersin, denebilir... En imrendiğim depresyon hırkası haliyle Kurt Cobain'in unplugged'da giydiği eski tüylenmiş örgü yeşil hırkadır. Kesinlikle mükemmeldir ve depresyon hırkasının da çıkış noktasıdır. Kurt hayranı değilim ama unplugged'da kendisine ayrı bir saygı duyuyorum.

Benim depresyon hırkam kahve-yeşil arası, bugüne kadar yeterince giyildi ve bu yüzden de eskidi. Hala da giyilmeye devam ediliyor. Kocaman yakasının içine boynumu ve kafamı saklayabiliyorum ve böylece beni ani darbelerden de koruyor. İçime ne kadar şık bir şey giysem de onu saklayabiliyor, yüzüme ayrı bir ışık kazandırıyor. O yüzden onu çok seviyorum ve herkesin böyle bir hırkası olmasını diliyorum.

29 Ocak 2009 Perşembe

BOŞ EV

evimi özlemişim. Home sweet home'u bu işi yaparken daha iyi anlıyorum. Ama daha çok yalnız kalmayı sevmişim anlaşılan. Kapıdan girer girmez ilk işim müziğimi açıp, maillarımı kontrol edip yazı yazmak oldu. Sonra da ilk işim ev yemeği yiyip, ayaklarımı uzatmak ve anlamsızca mayışmak olmalı.

Aslına bakarsan çok da eve bağımlı olmayı sevmiyorum gibi geliyor, kişisel rahatlığımı seviyorum daha çok ve bunu herhangi bir yerde sağladığım zaman da çok da önemli değil nerede ne şekilde olduğum. Belki de çalıştığım yer şu anda huzurlu olduğu için pek de arayış içinde değilim. Konudan konuya atladım, bugün pek bi günlük havasında oldu yazım. Eskiden günlüğümü herkesten köşe bucak kaçırırdım, okunursa hangi rezilliklerin başıma geleceğini düşünürdüm. Şimdi evet belli sınırlar içinde yazıyorum bir şeyleri ama yine de Türkçe bilen bir avuç insan kafasına göre okuyor bunları...

Ev konusuna gelirsek, sıcak ortam, yumuşak koltuk kesinlikle sandalye tepesi değil ve ev yemeği beni kendime getirecek ve EN ÖNEMLİSİ YATAĞIMDA UZUN BİR UYKU. Bir de müziklerim.
Düşüncesi bile güzel. Şimdi bunları yapmaya ben.


Hande.